1990 sonrasında AB Kıbrıs konusunda Rum yanlısı bir politikaya yöneldi. Kıbrıs Türk tarafının tüm itirazlarımıza rağmen önce Rum tarafının tüm ada adına yaptığı tek yanlı müracaatı kabul etti ve işleme koydu, sonra Rum tarafını "tüm adada tek muhatap" kabul ettiğini ilan ederek 1998 de Rum yönetimi ile tüm Kıbrıs adına üyelik müzakerelerine başladı. 1999 da Türkiye'ye aday statüsü verilen Helsinki konferansında da Rum tarafının tüm ada adına üyeliği için " çözüm" önşartını kaldırdı. Avrupa Birliği daha sonra" bir çözüm olsa da olmasa da Rum yönetimini tüm ada adına üye" alacağını ilan etti. Ocak 2001 tarihinde Türk tarafının insiyatifi ile başlayan görüşmelerden sonra da AB "çözüm olsun veya olmasın Güney Kıbrıs'ı, tüm Kıbrıs adına üye alacağız" politikasına devam etti ve hatta 2002 sonuna kadar da süre verdi. Bu AB politikası, müzakerelerde Rum tarafını bir çözüme değil, çözümsüzlüğe teşvik etmektedir.
Burada birkaç noktanın vurgulanmasında yarar vardır.
1) AB Türkiye ve Yunanistan' ın birlikte üye olmadığı bir birliğe, adada hiçbir sorun olmamış olsa bile, 1960 Anlaşmalarına göre giremez. AB bu şekilde adım atarak 1960 Anlaşmalarının ada üzerinde oluşturduğu kritik Türk-Yunan dengesini ve garantör Türkiye ve Kıbrıs Türk ortağın haklarını da tamamen gözardı etmeye çalışmaktadır. AB' nin genişleme takvimi bunu
gerektiriyor diyerek 1960 anlaşmalarını hiçe sayarak böyle bir adım atması Kıbrıs Türk tarafının hak ve çıkarlarını tehdit etmektedir.
2) AB öte yandan Kıbrıs Türkleri için ortada büyük bir fırsat penceresi olduğunu, Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde Kıbrıs Türklerinin de AB' ye üye olabileceğini söylemekte, ancak Kıbrıs Türkleri üzerindeki insanlık dışı ambargolara ve Rum tarafını "tüm adada tek muhatap" kabul etmeye devam etmekte, ve bir çözüm olmasa da Rum tarafını Kıbrıs olarak alacağını söylemektedir. Bunun Kıbrıs Türkleri için nasıl bir "fırsat" olduğunu anlamak zordur.
3) Avrupa Birliği bir taraftan bize çözümde tek şartın, çözüm sonrası tüm Kıbrıs'ın bir tek sesle AB içerisinde temsil edilmesi olduğunu, içte iki taraf arasında varılacak düzenlemelerin AB yi ilgilendirmediğini belirtmekte öte yandan bir çözüm olmasa da Rum tarafını tüm ada adına üye yapacağını söylemektedir. Bu politika, nasıl bakılırsa bakılsın sonuçta Rum tarafının parametrelerini bize empoze etmek hedefi gütmektedir. Bunu başka türlü okumak
imkanı yoktur.
4) Rum tarafı AB üyesi olduktan sonra devamlı olarak AB organlarında Yunanistan'la ortak hareket ederek Türk tarafı aleyhine kararlar çıkartmaya ve AB yi harekete geçirmeye çalışacaktır. AB içerisinde bir yerine iki Helen devleti Türkiye'ye karşı çıkacaktır. Rum tarafı bir üyelikten sonra bir AB ülkesinin Türkiye tarafından işgal altında bulunduğunu iddia
ederek, hatta bir çatışma çıkararak AB nin askeri desteğini de almaya çalışabilecektir. AB'nin bunu da bilmemesine olanak yoktur. Buna rağmen Rum yönetimine her desteği vermektedirler.
5) Hatta daha da ileri gidilmekte ve AB yetkilileri ve bazı üyeler eğer şimdi bir çözüm bulunmazsa ve Rum tarafı sene sonunda AB' ye girerse bundan sonra Kıbrıs Türkünün daha zor şartlara maruz bırakılacağını, izole edileceğini ve daha zor seçeneklerle başbaşa kalacağını ifade etmektedir. Yani şimdi uğradığından daha büyük haksızlığa uğrayacağını söylemektedirler.
AB bu politikası ile Rum tarafına çözüm yönünde hiçbir teşvik bırakmamıştır.
> Klerides eğer bir çözüm olmasa dahi tüm Kıbrıs adına AB üyeliğini elde edecekse, ve bu üyelikle Türkiye'nin gelecekteki üyeliğini bile veto edecek duruma gelecekse, Kıbrıs Türk tarafı ile neden ŞIMDI eşitlik temelinde bir anlaşmaya evet desin? Rum tarafı Kıbrıs sorununu kendi açısından çözdüğü düşüncesindedir. Tüm yapması gereken müzakere eder gibi görünüp sene sonunda AB ye giderek Kıbrıs Türk tarafının uzlaşmaz olduğunu söyleyip üye olmayı istemesi ve üye alınmasıdır. Rum tarafının stratejisi de zaten budur.
|